While writing a fantasy-short story at a literature class, he imagines about his real mother, who left him when yet a baby, at the door of the town's priest. He learns from a man that she looked like Mitzi Gaynor, the actress. She had been seen in London, the biggest city in the world had swallowed her up. So she becomes "the phantom lady" and our bright hero decides to leave his hometown, Cavan in Ireland, going to London, in search for his ghostly mother.
On the road to mommy, he encounters various people, from Billy Hatchet of the Mohawks, to whom he fell in love, to a magician, and a kind looking man filled with hatred against the transvestite. He is left alone by Billy, who had promised to take him to hospital and even bring him roses, if one day, coming home he found him lying on the floor. He is arrested by the London police, after a bomb explosion in a club, and beaten ferociously. He starts to work as a whore, after his "showbiz career". Yet his optimistic naive nature never lets him lose hope and laughter.
Finally one day his father comes to find him at a brothel, accepting him as his son and telling him the adress of his real mother. Dressed up as a victorian conservative lady, supposed to be working for the British Telecom, he visits her in her home where she lives happily with her husband and two children. He faints at the first glance, but later gets back to himself and goes back to live with his friend, who is pregnant. They live together with the priest, black girl and her baby. He was looking for the phantom mother, yet he found himself a father instead.
The films music usage is enchanting; songs like "Sugar baby love" from the Rubettes, a classical romance like "Honey" from Bobby Goldsboro, "Feelings" from Morris Albert and "How much is that doggy in the window" are perfectly fit. Costumes are ravishing, pure glittery glam of the 70s, fur jackets, bell-bottomed high waist trousers... I watched every single scene drooling! And what a man that Cillian Murphy is! He became such a wonderful transvestite, probably the only one I've found attractive so far.
If you have not still watched the film, do it as soon as possible, you're gonna love the optimistic light feeling, the adventures of Patrick Kitten Braden fills you up with...
--------------------------------------------------------------------------------------
Tatlı Patrick/Patricia Kedicik Braden'ın neşeli, eğlenceli, şakacı hikayesini duydunuz mu? Patrick McCabe tarafından yazılıp Neil Jordan tarafından yönetilmiş Breakfast on Pluto, 70lerin rengarenk bir "maceralı hayat" parodisi. Kahramanımız terk edilmiş İrlan dalı bir çocuk, üvey annesinin elbiselerini giymeyi seven. Okulda da tam bir baş belası, fazlaca cesur bir dile ve aynı zamanda süveterleri için yaratıcı fikirlere sahip olan. Sevimli zenci bir kız ile onun cumhuriyetçi erkek arkadaşı ve down sendromlu komik bir çocuktan oluşan yakın bir arkadaş grubu olmasına rağmen, mahallede tam olarak onaylandığı söylenemez, özellikle de cinsiyet-değiştiren tarzı ve alaycılığı yüzünden.
Edebiyat dersinde fantastik bir kısa hikaye yazarken, daha bebekken onu kasabanın papazının kapısı önüne bırakıp giden gerçek annesini hayal eder. Bir adamdan aktris Mitzi Gaynor'a benzediğini öğrenir. Londra'da görülmüştür, dünyanın en büyük şehri onu yutmuş. Böylece annesi "hayalet kadın" olur ve kahramanımız doğup büyüdüğü İrlanda'nın Cavan kasabasını bırakıp annesinin izinden Londra'ya gitmeye karar verir.
Yolda çeşit çeşit insana rastlar; Mohawks grubunun solisti, aşık olduğu Billy Hatchet'tan, bir sihirbaza ve nazik göründüğü halde travestilerden nefret eden bir adama kadar. Günün birinde eve gelip onu yerde yatarken bulacak olursa, onu hastaneye götürmeye ve hatta güller getirmeye söz vermiş olan Billy tarafından yalnız bırakılır. Bir klüpteki bomba patlamasının ardından Londra polisince tutuklanır, vahşice dövülür. "Gösteri kariyeri"nden sonra fahişe olarak çalışmaya başlar. Yine de iyimser naif doğası, asla umudunu ve kahkahasını kaybetmesine izin vermez.
Sonunda bir gün babası onu bir genelevde bulur, oğlu olarak kabul eder ve annesinin adresini verir. Sözde ingiliz Telekom için çalışan muhafazakar bir İngiliz hanımefendisi gibi giyinip annesini kocası ve iki oğlu ile birlikte mutlu yaşadığı evinde ziyarete gider. İlk bakışta bayılır, fakat sonra kendine gelir ve hamile arkadaşıyla brilikte yaşadığı yere geri döner. Papaz, zenci kız ve bebeği ile beraber yaşarlar. Hayalet annesini ararken kendine bir baba bulmuştur bunun yerine.
Filmin müzik kullanımı büyüleyici; the Rubettes'ten "Sugar baby love" gibi şarkılar, Bobby Goldsboro'dan "Honey" gibi klasik bir romans, Morris Albert'tan "Feelings" ve "How much is that doggy in the window" mükemmel uyum sağlıyor. Kostümler mest edici; 70lerin saf ışıltılı glam havası, kürk ceketler, ispanyol paça yüksek belli pantolonlar... Her bir sahneyi ağzım sulanarak izledim! Ve o Cillian Murphy nasıl bir adam! harika bir travesti olmuş, muhtemelen şimdiye dek çekici bulduğum tek travesti.
Eğer hala filmi izlemediyseniz, en kısa zamanda yapın, Patrick Kedicik Braden'ın maceralarının sizi dolduracağı iyimser hafiflik hissine bayılacaksınız...