designer

designer
atelier...

15.12.2010

MUSES: I WANT TO BE LIKE THEM WHEN I GROW UP!

Sometimes I come to think: Would it not be lovely, to wake up one morning and find myself at the age of 70, a little calmer, finally settled but still teasing in my ways and keeping my wicked smile...

I have come across brilliant pictures of random mature ladies on the streets, all marvelously dressed up.
It's impossible not to admire those beauties, who stand out, who have much to say, after 50s or even near 100_I want to be like them when(if) I grow up!

Purple bright Marcia_ look at that pose!


98 year-old Rose_cool grandma!



And all the other fun-loving ladies:
Fur and stones, can never shine brighter than this smile o' mine!

A highlight of orange to fit my 70s smile!


Wintercoats do not have to be boring!


------------------------------------------------------------------------------------------------




Bazen düşünüyorum da: Tatlı olmaz mıydı, bir sabah uyanıp kendimi 70 yaşımda bulmak, biraz daha sakince, sonunda oturmuş, durgun fakat hala alaycı tavırlı ve muzip gülümsememi korumaktayken...


Rastgele olgun bayanların sokaklarda fotoğraflarına rastladım, hepsi harika ve hayret verici biçimde giyinmiş.
Bu güzellere hayran kalmamak elde değil, göze çarpan, söyleyecek çok şeyleri olan, 50lerinden sonra hatta 100e yaklaşırken bile_Büyüyünce(büyürsem) ben de onlar gibi olmak istiyorum!


Mor parlak Marcia_şu poza bakın!


98 yaşındaki Rose_cool babaanne!


Ve diğer tüm eğlenceli hanımlar:


Kürk ve taşlar, asla benim bu gülümsememden fazla ışıldayamazlar!


70ler gülüşüme uyması için bir portakal vurgusu!


Kış paltoları hep sıkıcı olmak zorunda değil!

3.10.2010

MUSES: PATRICK KITTEN BRADEN

Have you heard of the merry cheery jolly story of lovely Patrick/Patricia Kitten Braden? Written by Patrick McCabe and directed by Neil Jordan, Breakfast on Pluto is a psychedelic "adventurous life" parade of the 70s. Our hero is an abandoned Irish boy, who loves to dress in step mommy's clothes. He's a pain in the neck at school too, having too bold a tongue, as well as creative ideas for his sweaters. Having a close friend group consisted of a cute black girl, her republican boyfriend and a funny boy with down-syndrome; he is not exactly approved in the neighbourhood, especially because of his transgender style and sarcasm.

While writing a fantasy-short story at a literature class, he imagines about his real mother, who left him when yet a baby, at the door of the town's priest. He learns from a man that she looked like Mitzi Gaynor, the actress. She had been seen in London, the biggest city in the world had swallowed her up. So she becomes "the phantom lady" and our bright hero decides to leave his hometown, Cavan in Ireland, going to London, in search for his ghostly mother.


On the road to mommy, he encounters various people, from Billy Hatchet of the Mohawks, to whom he fell in love, to a magician, and a kind looking man filled with hatred against the transvestite. He is left alone by Billy, who had promised to take him to hospital and even bring him roses, if one day, coming home he found him lying on the floor. He is arrested by the London police, after a bomb explosion in a club, and beaten ferociously. He starts to work as a whore, after his "showbiz career". Yet his optimistic naive nature never lets him lose hope and laughter.

Finally one day his father comes to find him at a brothel, accepting him as his son and telling him the adress of his real mother. Dressed up as a victorian conservative lady, supposed to be working for the British Telecom, he visits her in her home where she lives happily with her husband and two children. He faints at the first glance, but later gets back to himself and goes back to live with his friend, who is pregnant. They live together with the priest, black girl and her baby. He was looking for the phantom mother, yet he found himself a father instead.

The films music usage is enchanting; songs like "Sugar baby love" from the Rubettes, a classical romance like "Honey" from Bobby Goldsboro, "Feelings" from Morris Albert and "How much is that doggy in the window" are perfectly fit. Costumes are ravishing, pure glittery glam of the 70s, fur jackets, bell-bottomed high waist trousers... I watched every single scene drooling! And what a man that Cillian Murphy is! He became such a wonderful transvestite, probably the only one I've found attractive so far. 

If you have not still watched the film, do it as soon as possible, you're gonna love the optimistic light feeling, the adventures of Patrick Kitten Braden fills you up with... 

--------------------------------------------------------------------------------------


Tatlı Patrick/Patricia Kedicik Braden'ın neşeli, eğlenceli, şakacı hikayesini duydunuz mu? Patrick McCabe tarafından yazılıp Neil Jordan tarafından yönetilmiş Breakfast on Pluto, 70lerin rengarenk bir "maceralı hayat" parodisi. Kahramanımız terk edilmiş İrlan dalı bir çocuk, üvey annesinin elbiselerini giymeyi seven. Okulda da tam bir baş belası, fazlaca cesur bir dile ve aynı zamanda süveterleri için yaratıcı fikirlere sahip olan. Sevimli zenci bir kız ile onun cumhuriyetçi erkek arkadaşı ve down sendromlu komik bir çocuktan oluşan yakın bir arkadaş grubu olmasına rağmen, mahallede tam olarak onaylandığı söylenemez, özellikle de cinsiyet-değiştiren tarzı ve alaycılığı yüzünden.

Edebiyat dersinde fantastik bir kısa hikaye yazarken, daha bebekken onu kasabanın papazının kapısı önüne bırakıp giden gerçek annesini hayal eder. Bir adamdan aktris Mitzi Gaynor'a benzediğini öğrenir. Londra'da görülmüştür, dünyanın en büyük şehri onu yutmuş. Böylece annesi "hayalet kadın" olur ve kahramanımız doğup büyüdüğü İrlanda'nın Cavan kasabasını bırakıp annesinin izinden Londra'ya gitmeye karar verir.

Yolda çeşit çeşit insana rastlar; Mohawks grubunun solisti, aşık olduğu Billy Hatchet'tan, bir sihirbaza ve nazik göründüğü halde travestilerden nefret eden bir adama kadar. Günün birinde eve gelip onu yerde yatarken bulacak olursa, onu hastaneye götürmeye ve hatta güller getirmeye söz vermiş olan Billy tarafından yalnız bırakılır. Bir klüpteki bomba patlamasının ardından Londra polisince tutuklanır, vahşice dövülür. "Gösteri kariyeri"nden sonra fahişe olarak çalışmaya başlar. Yine de iyimser naif doğası, asla umudunu ve kahkahasını kaybetmesine izin vermez.

Sonunda bir gün babası onu bir genelevde bulur, oğlu olarak kabul eder ve annesinin adresini verir. Sözde ingiliz Telekom için çalışan muhafazakar bir İngiliz hanımefendisi gibi giyinip annesini kocası ve iki oğlu ile birlikte mutlu yaşadığı evinde ziyarete gider. İlk bakışta bayılır, fakat sonra kendine gelir ve hamile arkadaşıyla brilikte yaşadığı yere geri döner. Papaz, zenci kız ve bebeği ile beraber yaşarlar. Hayalet annesini ararken kendine bir baba bulmuştur bunun yerine.

Filmin müzik kullanımı büyüleyici; the Rubettes'ten "Sugar baby love" gibi şarkılar, Bobby Goldsboro'dan "Honey" gibi klasik bir romans, Morris Albert'tan "Feelings" ve "How much is that doggy in the window" mükemmel uyum sağlıyor. Kostümler mest edici; 70lerin saf ışıltılı glam havası, kürk ceketler, ispanyol paça yüksek belli pantolonlar... Her bir sahneyi ağzım sulanarak izledim! Ve o Cillian Murphy nasıl bir adam! harika bir travesti olmuş, muhtemelen şimdiye dek çekici bulduğum tek travesti.

Eğer hala filmi izlemediyseniz, en kısa zamanda yapın, Patrick Kedicik Braden'ın maceralarının sizi dolduracağı iyimser hafiflik hissine bayılacaksınız...

11.09.2010

DE-SIGN: DISCE MORI (Learn to Die)

I have come across with these fantastic gothic jewellery from Julia deVille:








This New Zeland oriented fascinating designer uses dead animals, feathers, bones, skulls or pelts of them, along with human hair, skull or bone figures made of silver and gemstones in order to create Victorian Memento Mori era aesthetics. She is interested in taxidermia as well...

To admire more of her work: http://juliadeville.com/

For the ones who are eager to learn: http://en.wikipedia.org/wiki/Taxidermy

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Julia deVille'in bu olağanüstü mücevherleri ile karılaştım:


Yeni Zelanda kökenli bu büyüleyici tasarımcı; ölü hayvanlar, onların tüyleri, kemikleri, kafatasları ya da postlarını, insan saçı, kemik ve kurukafa şeklinde gümüş figürler ve değerli taşlarla birlikte kullanarak Viktoryen Memento Mori dönemi estetiğini yaratıyor. Aynı zamanda taxidermia ile de ilgileniyor...


Daha fazla çalışmasına hayran kalmak için: http://juliadeville.com/


Merak edenler için:http://en.wikipedia.org/wiki/Taxidermy

EXHIBITIONIST: Dice Kayek's Istanbul Contrast

I finally had some time to see two exhibitions at the ıstanbul Modern; Hüseyin Çağlayan's retrospective works and Dice kayek's collection inspired from İstanbul. Hüseyin Çağlayan is a genius allright, nobody can object to that, but I preffer Dice Kayek's style. Their pieces were depicting main symbols of the city; doves, domes, Turkish delight, the Bosphorous, Topkapı Palace, Dolmabahçe, Hagia Sofia, tulips... Each one was a brilliant piece, while keeping their own unique style (one piece short dresses, volume at the shoulders or skirts) sisters have successfully managed to reflect İstanbul spirit into clothing.


                   One dress and one jacket, inspired from domes of İstanbul, by Dice kayek, for 2010.

These are the only two photographs I could take, as photographing is not allowed inside the museum. And while I was trying to look closely at the dresses (the room was so dark it was hard to see anything in detail) the silly guard warned me not to touch anything. I explained him that I was a fashion design student, and did not mean to damage any of the clothes. When he insisted I answered him:"You should have put these behind iron bars, then-if you wish we can also stop looking so that our looks don't damage the fabrics!"

Unbelievable.

"Art" should not be an elite thing starting with a big "A", their job is to attract more and more people into the exhibitions so that art can expand and everyone has a chance to see, and thus respect art.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sonunda İstanbul Modern'deki iki sergiyi gezmek için zaman ayırabildim; Hüseyin Çağlayan'ın retrospektif işleri ve Dice Kayek'in İstanbul'dan esinlenen koleksiyonu. Hüseyin Çağlayan bir dahi evet, buna kimse itiraz edemez, fakat ben Dice Kayek'in stilini tercih ederim. Parçaları şehrin ana sembollerini resmediyordu: kumru, kubbe, lokum, boğaz köprüsü, Topkapı, Dolmabahçe, Aya Sofya, lale... Her biri göz kamaştırıcı parçalardı; bir yandan kendi tarzlarını koruayarak (tek parça kısa elbiseler, omuzlarda ya da eteklerde hacim) kız kardeşler İstanbul ruhunu giysilere yansıtmayı başarmışlardı.


İstanbul kubbelerinden esinlenerek hazırlanmış bir elbise bir ceket, Dice Kayek tarafından 2010 etkinlikleri kapsamında.


Bunlar çekebildiğim iki fotoğraftı, çünkü müze içinde fotoğraf çekmek yasak. üstelik elbiselere yakından bakmaya çalışırken (oda öyle karanlıktı ki herhangi bir detay görebilmek oldukça zordu) aptal güvenlik görevlisi beni hiçbir şeye dokunmamam konusunda uyardı. Ona bir moda tasarımı öğrencisi olduğumu ve giysilerin hiçbirine zarar vermek niyetinde olmadığımı açıkladım. Israr edince şöyle cevap verdim: "Bari demir parmaklıklar arkasına koysaydınız o zaman-dilerseniz bakışlarımız zarar vermesin diye bakmayalım da!" 


İnanılmaz.


"Sanat" büyük " S" ile başlayan elit bir şey olmamalı. Onların görevi sergilere daha çok insan çekmek, ki sanat yayılabilsin ve herkes sanat eserlerini görüp sanata saygı duyabilme şansını elde etsin. 

9.09.2010

WATCHOUT:The New Gentleman; little bit arrogant-too much trendy

 
Bespoken's 2011 menswear collection.
                                                

                                                  

The new "gentleman": Definetely self-assured. Sassy like a pet cat, dandy like a fashion-icon. Walks with a cocky attitude, eyes you from top to bottom, are your shoes qualified enough, are you wearing designers pieces? Folds the fur-trimmed collar of his tweed jacket against cold. Greets you from under his fedora-hat, bearing a cold short smile. Always respecting the classics, though never classic-unafraid to combine colors and fabrics, even patterns, only if the result is according to his taste. He will not be there to protect you from a street gang, his stone-colored suede gloves could get ripped-but he would always take you to a fancy dinner at a hip bistro downtown, afterwards for a dance at an underground alternative club. Probably won't bother to take your number but will be kind enough to give you his card, you are allowed to call him if you dare or you can just follow his notes on Twitter...

Would I like to meet him?
No, thanks.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

YENİ CENTİLMEN: BİRAZ KİBİRLİ, FAZLACA TRENDY

Yeni centilmen: Kesinlikle kendinden emin. Bir ev kedisi gibi şımarık, moda-ikonu kadar züppe. Kendini beğenmiş bir tavırla yürür, seni baştan aşağı süzer, ayakkabıların yeterince kaliteli mi, tasarımcı parçaları giyiyor musun? Tüvit ceketinin kürklü yakasını kaldırır soğuğa karşı. Seni fötr şapkasının altından bakarak selamlar, soğuk ve kısa bir gülümsemeyle. Klasiklere hep saygı gösterse de, asla klasik değildir-renkleri, kumaşları, hatta desenleri karıştırıp birleştirmekten korkmaz, ancak sonuç zevkine göre olacaksa. Seni bir sokak çetesinden korumak için yanında olmayacaktır, taş rengi süet eldivenleri yırtılabilir-fakat şehrin merkezinde çok revaçta bir bistroda seni her zaman akşam yemeğine götürebilir, sonrasında da alternatif underground bir kulüpte dansa. Muhtemelen numaranı almaya zahmet etmeyecek, ama sana kartını verecek kadar zarif olacaktır, onu aramakta özgürsün eğer cesaret edebilirsen, ya da yalnızca Twitter'daki notlarını takip edebilirsin...

Onunla tanışmak ister miydim?
Hayır, teşekkürler.

8.09.2010

MUSES:GABRIELLE BONHEUR "COCO" CHANEL

It's Style that matters:
"I don't like it when people speak about the Chanel fashion-Chanel is, above all, a atyle. Fashion passes, sytle remains."
The tough lady of the fashion arena was totally against fashion itself: rejecting the ornamented womens dresses of her era(1910-20-30s), exaggerated hats adorned with feathers and flowers, being a rebel by nature, she preffered mens sport clothes.




Black&White vs. Color:
"Women think about all the colors, except for the absence of color." she would say in 1926, when she intorduced the world "little black dress". "Black and white, they have it all-their beauty is absolute."
Obvisously her taste for black was formed after her years spent in an orphanage, run by strict nuns. During 1940s, the II. World war, women used to hide themselves in plain dull black dresses, which Coco decide to add white cuffs and collars to give a prettier, stylish look. She never searched for anything dramatic, yet she knew how to create the most dramatic effect using simple rich black and pure empty white.




CC Logo and Marilyn Monroe:After the orphenage years, she began to sing in local nightclubs at the age of 18. Her favorite song, "Who has seen Coco?" (about a missing dog) gave her the nickname "Coco" and later her brand's logo would consist of two C letters. Her classic perfume Chanel No.5 became a 50s icon, after  Marlyn Monroe answered to the question what she wore to bed, as: "Why-Chanel No.5 of course!"





Ideals vs. Love and Lovers wardrobes:
Being a true feminist before any kind of feminism was popular or even known, Coco refused ever to get married. She hated to be called as "Madam", for she never would accept to stay behind any men-and created Chanel by herself. She had some affairs with many high-profiled men of her time. It was through her singing that Coco met millionaire Etienne Balsan, who lifted her into the world of the upper-class, to which she desperately wanted to belong. After meeting people of the elite class, however she despised them and kept on "being herself" despite their humiliating remarks. Wearing her distinctive sytles, (masculine clothing from her lovers wardrobe, adapted to herself) she caught the eye of Athur "Boy" Caple, who was to become the love of her life. It was from Boy that she got inspirations for womens trousers, straw hats, jackets and pyjamas. Though Boy was never faithful to Coco, he never totally parted with her either, even after his marriage to a wealthy aristocratic English woman. His death in a car accident in 1919, was the most devastating event in Coco's life.


------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Önemli olan Stildir:
"İnsanlar Chanel modasından bahsettiklerinde hoşuma gitmiyor. Chanel, hepsinden öte, bir tarzdır. Moda geçer stil kalır." 
Moda meydanının sert ve zor kadını modanın kendisine karşıydı: döneminin (1910-20-30lar) süslü kadın elbiselerini reddederek, tüyler ve çiçeklerle süslü abartılı şapkaları yerine, doğuştan bir asi olarak erkeklerin spor giysilerini tercih etti.


Siyah&Beyaz Renge Karşı:
"Kadınlar her rengi akıllarına getiriyorlar, rengin yokluğu haricinde." diyecekti 1926 yılında, dünyaya "küçük siyah elbise"yi tanıttığı yılda. "Siyah ile beyaz, her şeye sahipler, onların güzelliği saf ve eksiksizdir." Görünüşe göre, siyah zevki, katı rahibelerin yönettiği yetimhanede geçirdiği yıllardan sonra şekillenmiştir. 40'larda, II. Dünya Savaşı yıllarında, kadınlar kendilerini düz sıkıcı siyah elbiseler içinde gizliyorlardı, Coco bunlara beyaz yaka ve manşetler ekleyerek daha sevimli ve şık bir görünüm verdi. asla dramatik şeyler aramıyordu, bununla birlikte basit zengin siyah ile saf ve boş beyazı kullanarak nasıl en dramatik etkiyi yaratacağını biliyordu.


CC Logosu ile Marilyn Monroe:
Yetimhane yıllarının ardından 18 yaşında yerel gece kulüplerinde şarkı söylemeye başladı. En sevdiği şarkı olan "Coco'yu gören var mı?" (kayıp bir köpekle ilgili) ona "Coco" takma adını verdi ve daha sonrasında markasının logosu iki C harfinden oluşacaktı. Klasik parfümü Chanel No.5, Marilyn Monroe yatağa giderken ne giydiği sorusuna "tabi ki Chanel No.5!" diye cevap verdikten sonra 50'lerin ikonu oldu. 


İdealler Aşka karşı ve Sevgililerin Dolapları:
Herhangi bir cins feminizm henüz popülerleşmeden hatta tanınmadan önce gerçek bir feminist olan Coco, hayatı boyunca evlenmeyi reddetti. "madam" diye çağrılmaktan nefret ederdi, çünkü asla hiç bir erkeğin arkasında kalmamış ve Chanel'i kendi başına yaratmıştı. Zamanının pek çok ünlü erkeğiyle ilişkiler yaşadı. Onu umutsuzca dahil olmak istediği üst sınıfa yükselten milyoner Etienne Balsan ile tanışması da şarkı söylemesi aracılığıyla oldu. Bu sınıfın insanlarını tanımasından sonra ise, onları küçümseyerek aşağılayıcı sözlerine rağmen "kendisi olma"ya devam etti. Kendine özgü farklı tarzında giyinirken, (sevgililerinin dolaplarındaki erkeksi giysilerin kendine uyarlanmış hali) hayatının aşkı olacak Arthur "Boy" Caple'ın dikkatini çekti. Kadın pantolonları, hasır şapkalar, ceketler ve pijamalar için ilham aldığı kişi Boy'du. Coco'ya tamamen sadık kalmasa da Boy ondan hiç bir zaman tam olarak ayrılmadı, İngiliz aristokratı zengin bir kadınla evliliğinden sonra bile. Onun 1919'daki bir araba kazasında ölümü Coco'nun hayatındaki en yıkıcı olaydı. 

29.08.2010

DE-SIGN:Strange Love...

I am totally in love with Pamela Love jewellery! 
Gothic flavour, broken or pierced hearts, cages and feeling trapped, creepy animals, stilized bones and skulls, paws and claws... Enjoy this strange kind of "love" with Pam:









http://www.pamelalovenyc.com/

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Pamela Love mücevherlerine tamamen aşığım!


Gotik tat, kırık ya da delinmiş kalpler, kafesler ve tutsaklık hissi, ürkütücü hayvanlar, stilize edilmiş kemik ve kurukafalar, pençeler, tırnaklar... Bu tuhaf "aşk"ın Pam ile tadını çıkarın...

DE-SIGN: SIMAY BÜLBÜL'S "MOTHER ATTARI"

I watched Simay Bülbül's fashion show, as a part of Istanbul Fashion Week.
Her theme was on Mother Attari, an old witch, who lived in İzmir. The 30 piece collection was charming; we saw some mythologic timeless women figures, all looking so powerfull and spiritual. Using leather mostly, she combined it with chiffon and silk, prefering a range of colors from beige, white, black to turquoise.At the end of the show, the models held their strange big bulbs and in the darkened runway these bulbs were lit, creating a mystic atmosphere. Afterwards, Simay Bülbül came to greet her followers, hopping and smiling, all excited, bid farewell, leaving the audience spell-bound...









-----------------------------------------------------------------------------------------------------------

İstanbul Moda Haftası kapsamında Simay Bülbül defilesini izledim. Teması Attari Ana adlı İzmir'de yaşamış bir büyücü üzerineydi. 30 parçalık koleksiyonu etkileyiciydi; bir takım mitolojik, zamansız kadın figürleri seyrettik, hepsi son derece güçlü ve ruhani görünüyorlardı. Ağırlıklı olarak deri kullanmakla birlikte, şifon ve ipekle kombine etmiş, bejden beyaza, siyah ve turkuaza kadar uzanan bir renk skalasını tercih etmişti. Gösterinin sonunda modeller ellerindeki tuhaf büyük ampulleri tuttular, karanlık podyumda bu ampullerin yakılması mistik bir atmosfer oluşturdu. Sonrasında takipçilerini selamlamaya çıkan Simay Bülbül hoplayıp zıplıyor, gülümsüyordu, çok heyecanlıydı ve izleyiciyi büyülenmiş vaziyette bırakarak veda etti...

WATCH OUT: Straw Hat&Big Scarf&Bare Chest!



Look how sexy a bare hairy chest can be...
Combined with a Roman nose and rainbow scarf.













Here smiles Adrian Brody, with a touching look on his lovely eyes. And such a smart style: straw hat, red scarf, bare chest. Eugene Hutz, that brilliant frontman of the gypsy-punk band Gogol Bordello, is also going with a similiar trio: a hat, favorite gyspsy color red and gyspsy amulets on his bare chest.


Iceberg's pieces at 2010 Milan fashion show, declaring about a new autumn season, to be spent in hats and scarves... Looking forward to rainy afternoons already!




We see that even little Maddox of Brangelina is following the straw hat-scarf trend! Scary how new kids are...


------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bakın açık bir göğüs ne kadar seksi olabilir... kemerli bir burun ve gökkuşağı bir boyun bağıyla birleştirildiğinde... Nasıl da zevkli bir tarz: hasır şapka, kırmızı fular, açık göğüs. 

Burada Adrian Brody, sevimli gözlerinde dokunaklı bakışlarıyla gülümsüyor. 
Eugene Hutz, çingebe-punk grubu Gogol Bordello'nun yetenekli ve zeki solisti de benzer bir üçlüyle takılıyor: bir şapka, çingenelerin favori rengi kırmızı ve açık göğsünde çingene tılsımları.

Iceberg'in 2010 Milano Moda Haftası'ndaki parçaları, şapkalar ve atkılar içinde geçirilecek bir yeni sezon vaad ediyor. Şimdiden yağmurlu akşamüstüleri dört gözle bekliyorum! 

Görüyoruz ki Brangelina'nın küçük Maddox'u bile bu hasır şapka-fular trendini takip ediyor! Yeni çocuklar ürkütücü...